İLK ANI: BİR BİLİM ADAMI YETİŞİYOR
Ağrı Eleşkirt Lisesi ilk görev yerim. Buradaki kinci yılımda TÜBİTAK'ın proje yarışması için
Şaban Güneş adında bir öğrencimi hazırlıyordum. Projemizin konusu soğanın insan kanının
pıhtılaşmasını geciktirdiğini kanıtlamak, böylece kalp damar tıkanıklıklarında soğandan elde
edilecek bir maddeyi ilaç olarak kullanmaktı.
Deneylere başladığımızda en çok
kan bulmakta zorlandık. Önceleri Okan Öztürk adlı bir öğrencimden
bir kaç kez kan aldık. Okan şişman ve sağlıklı bir öğrenciydi.
Ama bir süre sonra Okan bizi nerede görse bizden kaçar oldu.
Bunun
üzerine bir kedi yakalayıp bir veteriner arkadaşın yardımıyla
kediden kan almaya çalıştık, başaramadık. Tırmalanmış
ellerimizle bu denemeden boş döndük.
Ancak daha sonra hiç problemsiz
bir kan kaynağı bulduk; Mezbaha. Tek sıkıntısı sabah çok
erken gidip kanı almamız gerekiyordu ve hemen oracıkta
deneylerimizi yapmamız gerekiyordu. Bir süre sonra deneylerde başarılı
olunca her türlü sıkıntıyı unuttuk. Mezbaha çalışanları da
artık bizi tanımışlardı. Kan almakta bize yardımcı oldular.
Sonunda yarışmaya giden Şaban bu yarışmadan
"mansiyon" alarak döndü. Şimdi kendisi Hollanda'da çalışıyor
ve işinde çok başarılı biri.
SEN BU KIZI ALIRSIN!
Yine Ağrı Eleşkirt Lisesi'nde çalıştığım
yıllardı. Sekizinci sınıflarda akülerin yapısını işliyoruz. Laboratuarımız henüz yok. Deneyleri
sınıfta yapıyoruz. Ben ilk olarak sınıfa getirdiğim sülfirik asidi tanıtıp bu asidin çok yakıcı
olduğunu çıplak deriye değdiğinde deride yaralar açacağını bu nedenle çok dikkatli olunması
gerektiğini örneklerle anlattım. Sonra da düzeneği
hazırlayıp onar kişilik gruplar yaparak akünün
çalışmasını göstermeye başladım. Henüz üçüncü gruba sıra gelmişti ki bir çığlık ve "Yanıyorum"
sesi duydum. Öğretmen masasının karşısında oturan iki kız telaş içindeydiler.
Biri yüzünü kapatmış,diğeri sağ elini sallayıp ağlıyorlar.
Olayı hemen anladım ve her ikisini de lavaboya götürüp ellerini, yüzlerini bol su ile yıkattım.
Bakkaldan karbonat aldırıp karbonatlı su yaparak ellerini ve yüzlerini bu su ile bir kaç kez
yıkattım. Bu arada sınıfıma nöbetçi öğretmen arkadaşı bıraktım ki başka olaylar olmasın.
Hemen kızların sağlık ocağına götürülmesi gerektiğini okul müdürüne söyledim. Bana
"Sen ortalıkta görünme. Kızların aileleri ile biz görüşüp olayı onlara usulünce anlatırız"dediler.
Kızları yol üstündeki eczacıya
göstermişler, eczacı beni telefonla aradı ona olayı ve yaptıklarımı anlatınca eczacı
yapılması gereken her şeyin yapılmış olduğunu durumun pek önemli, olmadığını yaraların
bir hafta içinde kapanacağını söyledi. Ancak çok korkmuştum.
Asıl korku; okulda herkesin "Bu kızın yüzünde iz kalırsa, kısmeti kapanır, tek çare kızı senin alman gerekir yoksa
ailesi bunu namus davası sayar ve seni yaşatmazlar" demeye başlaması yüreğime
saplandı. Bir hafta uykum da iştahım da kaçtı. Bir hafta sonra kız okula yarasız
beresiz gelince içim rahatladı. Bu arada olayın nedenini de öğrendik. Birbirleri
ile hem akraba hem de çok iyi arkadaş olan bu kızlar dersten önceki teneffüste
kavga etmişler ve bilerek elini beherdeki aside daldırıp arkadaşının yüzüne sürmüş.
BAŞA
DÖN
SENİ ADAYA VERELİM
Eleşkirt
Lisesinden Çanakkale-Ezine-Geyikli ortaokuluna atanmıştım.
elimde belgelerimle Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim. Ekrem
Beyi göreceksin dediler. Ekrem Beyin odasını buldum. Kapısında
"Ekrem Mutlu" yazılıydı. Aklıma Gelibolu Lisesi'nden Müdür
Yardımcısı Ekrem Bey geldi. Bir an "Acaba o mu?"dedim.
İçeri girdiğimde yanılmamıştım. Kısaca Durumumu anlattım.
Lapseki Çardak'ta çalışan bir öğretmenle sözlendiğimi,
olabilirse beni de Çardak'a vermelerini söyledim. "Seni
Ada'ya verelim" dediler. Ekrem Bey'in yanında bir müdür yardımcısı
daha vardı. Musa Artam. Ben Eleşkirt'ten söz edince kendisinin de
Eleşkirt'te bir süre çalıştığını söyledi ve bana oradan
bazı kişileri sordu. Şimdi bu ikisi bana "Seni Adaya
verelim."diyorlar. Ben odanın duvarlarına bakınınca, bana
"Bir şey mi arıyorsun?" dediler. Ben de "Türkiye
Haritası var mı diye baktım." dedim.
"Gökçeada'yı
bilmiyor musun?" dediler. Gökçeada'ya Hiç gitmedim ama
nerede olduğunu çok iyi biliyorum. Çanakkale'nin kuzey batı
ucunda, Türkiye'nin Ege denizindeki iki adasından biri"
dedim. "Ben Haritada size başka bir şey gösterecektim. Eleşkirt'te
öğretmenler odasındaki haritada sağ elimin işaret parmağını
Eleşkirt üzerine koyduğum da sol elimin işaret parmağı ile Çanakkale'ye
zor eriyordum. Siz benden Ada'ya gitmemi istiyorsunuz."dedim.
Gitmedim. Ancak bir kaç ay sonra öğretmen ihtiyacı yok,orası
zaten yeni açıldı dedikleri Çardak Lisesine karı koca iki
biyoloji öğretmeni birden verdiler.
NOT:Bu
anlattıklarım 23 yıl öncesine ait. Bugün Gökçeada tam bir
tatil beldesi.
BAŞA
DÖN
LALE TARLASI
Ağrı-Eleşkirt Lisesinde çalıştığım yıllardı. Bir gün
piknik yapmağa karar verdik. Ben, resim öğretmeni Hayati KESKİN,
Eczacı Günhan, ve Biyoloji Öğretmeni Hasan ÇETİN. Bir gün önceden
hazırlıklarımızı yaptık. Mayıs ayının sonlarıydı. Bir
Pazar günü; hava çok sıcak ve güneşliydi. Eleşkirt'in kuzey
batısında Çat Kösedağ denilen yüksek bir tepe vardı. Oraya tırmanacağız.
Tepenin üzeri karlarla kaplı. Sabah saat dokuz gibi tepeye tırmanmaya
başladık. Bir saat sonra bir düzlüğe ulaştık.
Yorulmuştuk,
biraz dinlenip öyle yola çıkmaya karar verdik. Benim huyumdur.
Bir yere gittiğimde oranın bitki örtüsünü incelerim. Yine öyle
yaptım ve yamaçta bir lale gördüm. Kırmızı kadifeden yapılmış
gibi bir çiçekti. Uzun yeşil bir sapı vardı. Hiç yaprağı
yoktu ve sapım ucunda iri bir lale dururyordu. Çok ilgimi çekti.
Onu soğanı ile birlikte çıkarıp kurutmak istedim. Arkadaşların
da yardımı ile lalenin kökünü eşmeye başladık. Çapamız
kazmamız yoktu. Ekmek bıçağı çevreden bulduğumuz bir demir
parçası ile yarım saat kadar eştik. Lalenin soğanına ulaşamadık.
Günhan sıkıldı ve tepeye tırmanmaya başladı. Ben o laleyi
orada bırakmak niyetinde değildim. Hayati ile Hasan da benden
yanaydılar. Günhan biraz da kızgın bir halde tırmanmayı sürdürdü.
Biz hala lalenin soğanın buluruz umuduyla toprağı eşiyorduk. Az
sonra Günhan'ın kahkahalarıyla irkildik. Katıla katıla gülüyordu.
" Siz o lalenin başında akşamı yaparsınız bu gidişle"
diyordu. Sonunda laleyi tutup çektik. Koptu. Yarım metreden uzun
bir sap ve ucunda lale kaldı elimizde.
Biz de tırmandık Günhan'ın yanına ve onun neden öyle güldüğünü
anladık. Manzarayı görünce donup kaldık. Çünkü önümüzde
bir lale tarlası uzanıyordu. Bizi bir saat uğraştıran lalenin
aynısından yüzlercesi vardı. Bir kaç deneme daha yaptık fakat
hiç bir laleyi soğanı ile çıkaramadık.(Çünkü orası çok soğuk
bir yer. Kışın toprağın üst katmanları donuyor. Lale soğanı
donmaktan korunmak için böyle bir yol bulmuştu. Doğanın düzenindeki
mucizeye bir kez daha tanık olmuştuk.)
BAŞA
DÖN
ŞEKERE SARILI NUMARALAR
Çanakkale Tevfikiye İlköğretim Okulunda çalıştığım
yıllardı. Yıl sonunda okulumuzda yapılacak okul gecesi için
okul müdürünün odasında toplandık. Yapılacak etkinlikler
kararlaştırıldı. En sonunda davetiye ve eşya piyangosu için
yapacaklarımızı tartışıyorduk. Ben "Arkadaşlar bazı
okullar davetiye bastırmak yerine küçük hediyelik ler alıp
bunların içine birer numara koyuyorlar ve çekilişi bu numaralara
göre yapıyorlar. Örneğin küçük seramik biblolar, bayan çorapları,
özel baskılı kalem, anahtarlık vb. hatta çikolata bile bu iş için
kullanılıyor." dedim. Okul müdürü" o işi bana bırakın
ben hallederim."dedi.
Okul gecesine bir kaç hafta kala bir gün
elinde torbalar la geldi. Az sonra odasına bir grup öğrenci çağırdı.
İlk dersten çıkınca bir iş için odasına girdiğimde öğrencileri
harıl harıl çalışır gördüm. Müdür kartondan küçük kağıt
parçaları kesiyor, bir öğrenci bunun üzerine numara yazıyordu.
bir öğrenci de evlerimize konuklara vermek için aldığımız kağıtlı
şekerlerin ambalajlarını açıyor. Bir başka öğrenci bu şekerlerin
içine numara yazılmış kağıtlardan koyup yeniden kağıdını
sarıyor. Uygun bir zamanda kendisine bu yapılanın yanlış olduğunu,
hiç olmazsa küçük çikolatalardan alıp üzerlerine numara
verdikten sonra yeniden güzelce sarılmasının daha iyi olacağını
söyledim. Bana "Sen merak etme ben ne yaptığımı
bilirim."dedi. Sonrada hazırlattığı bu şekerleri bütün
öğrencilere satmaları için onar onar
dağıttı.
Üç gün sonra bir öğrenci velisi okula gelip müdürü
görmek istedi. Tartışmalar büyüyünce araya girdik ve durumu öğrendik.
Öğrencilerin cebinde sıcaktan eriyen şekerlerin ıslattığı kağıtlardaki
numaralar okunmaz hale gelmiş. O günden sonra her gün bir kaç kişi
gelip numaraların silinmiş olduğunu söyleyip ya yeni numara
istediler yada paralarını istediler. Müdür öğrencileri tekrar
toplayıp günlerce uğraşarak numara işini çözümlemeye çalıştılar.
Okul gecesinde bile pek çok kişi elinde bir karton parçasıyla
gelip numara almaya çalıştı. Geceyi atlatınca hepimiz sevindik
ama okul müdürü sanırım herkesten çok sevindi.
|